78 Devrimci kuşağının efsanevi kadrolarından olan Ermeni devrimci Orhan Bakır’ı konu alan Alnında Kılıç Yarası: Armenak belgeselnin İstanbul’daki 26 Ocak 2020 tarihinde Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ndeki gösterimi İstanbul Kartal Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. 2 Şubat’ta Tüm Bel-Sen Genel Merkezi’inde yapılacak olan gösterim ise Ankara Valiliği tarafından yasaklandı.
Ermeni devrimci Armenak Bakır
Mayıs Kolektif tarafından yapılan belgesel, Nurcan Yıldırım’ın yönetmenliğinde, TKP/ML – TİKKO kadrolarından Ermeni devrimci Armenak Bakır’ın mücadelesini ve yaşamını konu ediyor. Çalışmaları beş yıl süren belgesel röportaj, belge ve anıların derlemesinden oluşuyor.
Belgeselin ilk gösterimi Almanya’nın Köln şehrinde yapıldı, Türkiye’de ilk kez gösterime girecek olan belgesel , 26 Ocak 2020 tarihinde, Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ndeki gösterim İstanbul-Kartal Kaymakamlığınca yasaklandı. 2 Şubat’ta Tüm Bel-Sen Genel Merkezi’nde yapılacak olan gösterim ise Ankara Valiliği tarafından yasaklandı.
Partizan ismiyle tanınan hareketin önderi İbrahim Kaypakkaya’nın 68 kuşağı içerisinde Ermeni soykırımını ilk kez kabul eden, Kürt Ulusal Soruna ilişkin tezleri ve Kemalist tarih yazımına aykırı yazıları dönem içerisinde Ermeni gençleri çevresine çekmişti. Orhan Bakır, Hrant Dink, Manuel Demir gibi isimler harekete ilgi duyarak, çalışmalarını yürütmüştü. Armenak Bakirciyan, Merkez Komite üyeliğine yükselerek devrimci hareketler içerisinde Ermeni milliyetinin temsili açısından da dikkat çeken bir isimdi.
‘Devrimci hafızanın silinmesine izin vermeyelim’
‘Bakur (Kuzey)’ adlı belgeselden dolayı hapis cezasına çarptırılan gazeteci – yönetmen Ertuğrul Mavioğlu da yasağa ilişkin konuştu; “Armenak belgeselinin yasaklanması, kötücüllüğü toplumsal ilişkilerin temeli haline getirmek isteyen muktedirin kaçınılmaz refleksidir. Çünkü Armenak’ta herhangi bir devrimci değil, aynı zamanda temas ettiği herkeste unutulmaz bir etki bırakmış, eşitlikçi, paylaşımcı, insanlığın ürettiği iyi değerlerin taşıyıcılarından biri olan Orhan Bakır anlatılıyor. Bu nedenle Armenak belgeselinin yasaklanmasını sadece kınamayıp geçmeyelim, bu belgeselin yapımcılarıyla dayanışma içinde olmakla da yetinmeyelim. Asıl olarak Armenak’ın ulaşabildiğimiz her yerde gösterilmesini ve izlenmesini sağlayalım. Devrimci hafızanın silinmesinin önü ancak böyle kesilebilir.”
“Devlet bir belgeselden korkacak duruma düşmektedir”
Gösterimlerinin engellenmesi üzerine belgeselin yapımcısı Mayıs Kolektifi, Change.org’da yasağı kınayan bir kampanya başlattı. Kampanya açıklamasında, “Bu yasaklamaların hiçbir hukuksal ve meşru yanı yoktur. Ermenilere yönelik tarihsel düşmanlığın, devrimci düşüncelerden korkuyla birleşmesi Türkiye Devletinin daha fazla yasakçı ve pervasız olmasını getirmektedir. Devlet, bir belgeselden korkacak duruma düşmektedir” ifadeleri kullanıldı.
Armenak Bakırciya’dan Ali Ağa’ya
Diyarbakır ‘Gavur’ mahallesi doğumlu Bakırciyan Partizan hareketine girmeden önce Anadolu’da Ermeniler’i bulmakla görevlendirilen bir papazın yardımcısıydı. İstanbul’da örgüte katılan Bakırciyan, o dönem Hrant Dink’le birlikte örgüte kimlikleri dolayısıyla zarar gelmemesi için ismini türkçeleştirerek, Orhan Bakır ismini aldı. O yıllarda Tercüman gazetesi sık sık ‘sol örgütler içinde Ermeniler konulu yazılar’ yayınlıyordu.
Hrant Dink’le okul arkadaşıydı
Diyarbakır Ermeni Kilisesi’nin papazı Der Giragos’un tavsiyeleriyle okudu. Önce Diyarbakır’da ilkokulu bitirdi. Ardından da ortaokul ve liseye gidebilmek için İstanbul – Üsküdar’a geldi. Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nde yatılı okudu. Hrant Dink’le okul arkadaşı olan Bakırciyan üniversite yıllarında da birlikteydi.13 Mayıs 1980’de Elazığ Karakoçan’da girdiği çatışmada yakakanan ve işkence ile öldürülen Bakirciyan, Elazığ, Dersim, Erzincan bölgesinde Ali Ağa olarak tanınıyordu.
‘Yavrum biz ermeniyiz’
27 Mayıs 2005’te Agos gazetesine gönderilen Azad Demir isimli mailde ise Bakirciyan’a dair şunlar yazıyordu:
“Orhan’ın ölümünü radyodan dinledik. Babam şok olmuş ve benzi solmuştu, beni yanına çağırdı. ‘Azadım’ dedi. Yutkunuyor, ağlıyor ve konuşamıyordu. Tüm hücreleriyle acı çekiyordu. ‘Orhan gitti, beni onun yanına götür.’ Araba yoktu. Babamı sırtlayıp ta Karakoçan denen lanet diyara nasıl gidecektim? Üstelik Orhan’ın naaşı verilmemiş ve ‘Azılı Ermeni terörist’ diye radyo ve televizyonlarda verilen anonsların ardından polis tarafından kaçırılarak gömülmüştü.
Tabii, Orhan’ın hayatta iken vasiyet ettiği, ‘Ölürsem beni Faraç’ın bu tepesine gömün!’ dediği yere getirilmesi gerekiyordu. Arkadaşları Orhan’ın bu vasiyetini yerine getirmekte asla tereddüt etmediler. Naaşı polisin gömdüğü topraktan kaçırılarak vasiyet ettiği Faraç’a getirildi. Cenaze töreni için bize haber verildiğinde babam zar zor nefes alıyordu. ‘Azad’ım diye inledi elimi güçsüz elleri arasına aldı. ‘Yavrum, biz de Ermeniyiz. Git kardeşini son yolculuğuna uğurla ve dön!’
Binlerce kişi Orhan’ın mezarının başındaydık. Kadınların ağıtlarıyla erkeklerin gür sloganları yarışıyordu. Bu olaydan birkaç gün sonra da babamı kaybettim. Babamın ardından kendimi toparlamakta güçlük çektim. Sürekli gerçek kimliğimi sorgular oldum. Neydi, neden olmuştu? Babam niye kendini gizlemişti, bugüne kadar yaşamıştı ve neden şimdi bunları bana söylemişti? Sorularımın yanıtını babamın yaşıtı arkadaşlarından öğrenmeye başladım. Yaşanan o acı günleri anlattılar.
Kırım döneminde Dersim’e sığınan 25 – 40 bin Ermeni kurtarılmıştı. Bazı Dersimli aşiretler de onlara zulüm yapmıştı ama birçoğu iyilik etmişti. Babam gibiler çoktu ve onlar Dersimlilere şükran duyuyorlardı. Çünkü kırım anında, Dersimli ve Dersim kökenli olup da Sivas – Zara’ya kadar yayılan Alevi toplulukların fedakârca kendilerini koruduklarını görmüşlerdi.”